06.02.2023 tarihinde, saat 04:17’de merkezi Kahramanmaraş ili Pazarcık ilçesi olan 7.7 büyüklüğünde depremle aynı gün saat 13:24’de merkezi Kahramanmaraş ili Elbistan ilçesi olan 7.6 büyüklüğünde deprem ve bu depremlerin ardından artçı depremler meydana gelmiş olup, deprem tehlikesi halen devam etmektedir. Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Osmaniye, Hatay, Kilis, Malatya ve Elazığ illerimiz depremden birinci derece etkilenen illerimiz olup, bu şehirlerde binalar yıkılmış ve vatandaşlarımız hayatını kaybetmiştir. Cumhurbaşkanı; 10 ilimizi kapsayacak şekilde Anayasa m.119’da yer alan yetkisini kullanarak, tabii afet nedeniyle 07.02.2023 tarihinde olağanüstü hal ilan etmiş, bu karar aynı gün Resmi Gazete’de yayımlanmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 09.02.2023 tarihinde onaylanmıştır. Öncelikle, depremde hayatını kaybedenler için rahmet, yaralılar için acil şifalar diliyorum. Milletimizin bir daha bu şekilde bir felaket yaşamaması temennisi ile.
MÜTEAHHİDİN SORUMLULUĞU
Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı en önemli tabii afetlerden biri depremdir. Ülkemiz dünyanın en aktif deprem kuşaklarından birinin üzerinde yer almaktadır ve ülkemizin hemen her bölgesinde deprem riski bulunmaktadır. Her ne kadar deprem önlenemez bir doğa olayı olsa da deprem gerçekleştikten sonra oluşacak zararların en aza indirilebilmesi mümkündür. Gerek bireysel gerek de toplumsal olarak felaket öncesinde alınacak önlemler zararı azaltacaktır.Yapının inşa edilme sürecinde, ilk olarak, imar planlarında hangi bölgeye konut, işyeri, ticari, arsa şeklinde tahsis yapıldığı belirlenmektedir. Bir bina inşası için o yerin imar planında konut olarak tahsisi zorunludur. İmar planı hazırlanırken, bölgenin coğrafik durumu dikkate alınmalı, özellikle Kahramanmaraş’ta olduğu gibi deprem bölgesinde bulunan yerleşim yerlerinde, konut olarak tahsis edilecek yerler özenle seçilmelidir. Bir müteahhidin, imar planında yer alan tahsise uygun şekilde bina inşa edebilmesi için, deprem ve yapı mevzuatına bağlı olarak hareket etmesi gerekmektedir. Bu mevzuatta yapının şekli, yüksekliği, civarda yer alan bina veya tesislere yakınlığı, kullanılacak malzeme gibi detaylı bilgiler yer almaktadır.Müteahhidin cezai ve hukuki bir sorumluluğunun doğması için bu binayı kural ve kaidesine uygun yapmaması gerekmektedir. Kullanılan malzemenin uygun olmaması, statiğin hesaplanmaması, plan ve projenin uygun olarak çizilmemesi gibi eksik veya hatalı olarak yapılması gerekmektedir. Yani müteahhidin bir kusuru olmalıdır.Bu kapsamda müteahhitler; kolon ve kirişlerin bağlantısında sorun olması, etriye demirinin eksik kullanılması, beton kalitesinin düşük olması, yıkanmamış deniz kumu kullanılması, kolonların gereğinden fazla kısa olması yahut ucuz işçilik gibi sebeplerle meydana gelecek tüm hasarlardan sorumlu olacaktır. Ancak müteahhidin hukuki sorumluluğu ve cezai sorumluluğu birbirinden farklı olarak değerlendirilmelidir. Hukuki sorumluluk için öngörülen süre, cezai sorumluluk için de geçerli değildir. Müteahhit tarafından yapılan binanın yıkılması hâlinde zamanaşımı, bu yapının tamamlanıp yapı kullanma izninin alındığı tarihten değil; yıkılma tarihinden itibaren başlayacaktır. Zira, neticesi hareketten ayrılabilen suçlarda zamanaşımı fiilin değil, neticenin gerçekleşmesi ile işlemeye başlar. Bu sayede soruşturmalar zamanaşımı engeline takılmayacaktır.Yüksek mahkeme deprem sebebiyle meydana gelen hasarlarda haksız fiil sorumluluğunu kabul etmekte ve sorumluluk açısından da müteselsil sorumluluğu kabul etmektedir. Bu da binanın müteahhidi ile proje müellifinin, hasarın meydana gelmesindeki kusur oranlarına bakılmaksızın oluşan zararın tamamından sorumlu olacakları anlamına gelmektedir. Haksız fiil, kusurlu ve hukuka aykırı bir davranışla bir başkasının mal veya şahıs varlığına zarar vermektir. Haksız fiilin mevcut olabilmesi için; fiil, zarar, kusur, hukuka aykırılık ve uygun illiyet bağının bir arada bulunması gerekir. Unsurlardan birinin eksikliği haksız fiil oluşmasını engellemektedir.Cezai sorumluluk açısından ise yapı uygun şekilde yapılsaydı hiç doğmayacak bir yaralama veya ölüm meydana gelirse müteahhit taksirle öldürme ve yaralamadan sorumlu olacaktır. Burada müteahhidin gerekli dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı kusurlu bir davranışı ile öngörülemeyecek şekilde başka bir kimsenin hayatına son vermesi durumu söz konusu olacağı için “Taksirle Ölüme Neden Olma” suçu oluşacaktır. Bu suç 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 85. maddesinde düzenlenmiştir:“Madde 85- (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.”Taksirle yaralama suçu ise aynı kanunun 89. maddesinde düzenlenmiştir:“Madde 89- (1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.”Ancak cezai sorumluluğun saptanması sürecinde failin kusurunun bulunup bulunmadığına bakılması gerekmektedir. Eğer kusur var ise bu kusur ile deprem sonucu binanın yıkılması arasında bir illiyet bağı bulunuyorsa, müteahhidin cezai sorumluluğu oluşur. İlliyet bağı; ortaya çıkan zarar ile failin davranışı (fiil) arasındaki bağlantı olarak tanımlanabilir. Arada illiyet bağının bulunmadığı durumlarda müteahhidin cezai sorumluluğu söz konusu olmayacaktır.Müteahhit mevzuata aykırı şekilde bina inşa ettiğinde (kullanılması gereken demir veya kaliteli betondan daha az veya daha kalitesiz malzeme kullanması gibi), olası bir deprem afetinin yaşanması durumunda, binanın yıkılmasını, bu şekilde içinde yer alan kişilerin hayatlarını kaybedebileceğini öngörebilmektedir. Ülkemiz koşullarında iki büyük fay hattının bulunduğu, fay hattı üzerinde veya bu fay hattında yaşanan depremlerden etkilenecek yakınlıkta bulunan şehirlerde depremin yaşanmasının, müteahhitlerin veya denetim yetkisini haiz olan kişiler bakımından öngörülebilir olmadığını söylemek mümkün değildir. Bu halde öngörülebilir neticeden bahsettiğimizden, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı şekilde davranarak, öngörülebilir bir neticenin öngörülememesi anlamına gelen basit/adi taksirden söz edilemeyecektir.Müteahhidin binayı inşa ederken, konutun içinde yaşayan kişilerin öleceklerini bilmesi ve istemesi de çok istisnai bir durum olacaktır ki, bu tür olaylarda doğrudan kastla sorumluluğun doğması pek mümkün görünmemektedir.Binanın yıkılmasına neden olacak derecede olmayan, yapının sağlamlığı ve dayanıklılığı ile ilgisi bulunmayan mevzuata aykırılıklarda ve müteahhidin takdir yetkisine bırakılan hususlarda, bu mevzuata aykırılık veya inşaatın bu tür yetkinin kullanılması ile yapılan kısmında meydana gelen zararlar neticesinde insanların hayatını kaybetmesinde müteahhidin olursa olsun motivasyonu ile hareket ettiğinin kabul edilemeyeceği, ölüm neticesinin gerçekleşmesini öngöremediği noktada basit/adi taksirin gündeme geleceği (örneğin; artan kısmı çatıda bırakılan, çatının yapımında kullanılan kiremitlerin veya binanın yapımında kullanılan tuğlaların deprem anında aşırı sallantıdan yere düşmesi sonucunda oradan tesadüfen geçen kişinin üzerine düşmesi), bu mevzuata aykırılığın da deprem yaşanması halinde yaralanmalara veya ölüme neden olabileceği öngörülebilir nitelikte ise, bu neticenin gerçekleşmeyeceğine duyduğu güvenle hareket ettiğinin kabulü halinde bilinçli taksirle sorumluluğun doğacağı söylenebilir (örneğin, binanın bahçeye bakan dış kısmında binaya bitişik olarak yapılan sundurmanın, deprem anında tesadüfen oradan geçen kişinin üzerine düşmesi).Binanın ilk deprem değil de birden fazla deprem sonucunda yıkıldığı ihtimalde, tek başına mücbir sebep ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Bu gibi durumlarda, yıkılmaya sebebiyet veren unsurlar tahlil edilerek, binanın inşasına dair sorunların tespit edildiği noktada, müteahhidin sorumluluğuna gidilecektir. Ancak belirtmeliyiz ki; birden fazla deprem geçiren binanın yıkılması ile içinde yer alan kişilerin vefat etmesi durumunda, müteahhidin ölüm neticeleri bakımından kayıtsız kaldığı, olursa olsun dediğini kabul etmek zordur.Failin adi/basit taksirinden sorumlu olabilmesi için, neticeyi öngörememesi gerekir ve bu öngörememe durumu; failin tedbirsizliği, dikkatsizliği, özensizliği, meslek ve sanatta acemiliği, kurallara riayetsizliğinden kaynaklanmaktadır. Kanaatimizce, mevzuata aykırı bir yapının deprem riski taşıdığını bilen ve bilmesi gereken bir müteahhidin, ölüm neticelerini öngörememesi kabul edilemez. Zaten faile ve üçüncü kişilere göre öngörülmeyen bir netice varsa adi taksirden de bahsetmek mümkün değildir.Denetim firmasının sorumluluğu bakımından; denetimin eksik yapıldığı veya hiç yapılmadığı, binanın sadece dışına bakılarak inceleme yapıldığı durumlarda, denetim firmasının denetlenen binadaki aksaklıkları ve mevzuata aykırılıkları tespit etmek yükümlülüğünde olması sebebiyle, binanın yıkılması durumunda, bu eksiklikleri, aykırılıkları ben yapmadım şeklindeki savunmasına katılmak mümkün olmayacaktır. Bu durumda; denetimi yapan firmanın, binayı yapan müteahhitle birlikte, deprem mevzuatına uygun olmayan bir binanın yıkılabileceği riskini göze aldıkları, birlikte göğüsledikleri söylenebilecektir. Bu denetimin gereği gibi yapılmasıyla, depreme dayanıklı olmayan bir binanın iskana açılması ihtimalinin önüne geçilebilecektir. Ancak denetim firmasının mevzuata aykırılıkları bilmesine rağmen, haksız kazanç ve işbirliği gibi hukuka aykırı yöntemlerle, binanın mevzuata uygun olduğuna dair rapor vermesi durumunda, artık olursa olsun motivasyonu ile hareket ettiği, binanın yıkılmasına kayıtsız kaldığı, dolayısıyla olası kastla suça katıldığı söylenebilecektir.İDARENİN SORUMLULUĞU
İdare hukukunda idari sorumluluğun iki alt başlığı bulunmaktadır. Bunlar; idarenin kusurlu sorumluluğu ve kusursuz sorumluluğudur.Kusurlu sorumluluk, ‘hizmet kusuru’ kavramına dayanmaktadır. Hizmet kusuru “idarenin kuruluşunda, düzenlenmesinde ve işleyişinde ortaya çıkan bir ‘bozukluk’, ‘aksaklık’ veya ‘boşluk’ olarak tarif edilmektedir. Hukukumuzda hizmetin “hiç işlememesi”, “geç işlemesi” veya “kötü işlemesi” hizmet kusuru olarak değerlendirilmekte olup, idarenin ortaya çıkan zararı tazmin etmesi gerekmektedir.İdarenin kusursuz sorumluluğu; idarenin kusuru bulunmasa dahi, oluşan zarar ile idarenin faaliyeti arasında nedensellik bağının bulunması hâlinde gündeme gelen sorumluluk hâlidir. Yani idarenin kusuru olmasa dahi oluşan zarardan sorumlu tutulması hukuken mümkündür. Zarar ile idari davranış arasında illiyet bağının kesildiği veya zayıfladığı durumlarda idarenin sorumluluğu da ya ortadan kalkar ya da azalır. İdarenin sorumluluğunu ortadan kaldıran ya da azaltan hâller şunlardır: mücbir sebep, beklenmeyen hâller, zarara uğrayan kişinin davranışı, üçüncü kişinin davranışı.Ülkemizin büyük bir kısmı deprem bölgesinde bulunduğundan depremin önlenmesi mümkün olmasa bile nerelerde deprem olabileceği öngörülerek idarece gerekli önlemler alınarak zararın minimuma indirilmesi sağlanabilir. Aksi durumda idarenin hizmet kusuru nedeniyle sorumluluğuna gidilebilecektir.Danıştay 11. D., 20.06.2007 tarih, 2005/1353 E., 2007/6248 K. sayılı kararında: “Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin uygulanması durumunda olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya hareketsiz kalmasından, araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz mallarının veya tesislerinin yönetiminden dolayı oluşan zararları idari eylem sonucu oluşan zarar ve buna yol açan eylemi de sonuç olarak idari eylem kavramı içerisinde düşünmek gerekmektedir. Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır. Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu olayda idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği gibi idarenin bu hareketsizliğinin ‘olumsuz eylem’ olarak kabulü gerekmektedir. Mücbir sebep, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir olayı ifade eder. Bu sebep, zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran ve zararla idari faaliyet arasındaki illiyet bağını kesen dış bir etken olarak doğal, toplumsal veya hukuki bir olaydan kaynaklanabilir. Sezilemezlik, karşı konulamazlık, kusursuzluk ve gerçeklik halleri mücbir sebebin ayırt edici öğelerini oluşturmaktadır. Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem gerçeğinin bir veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan idarenin ‘olumsuz eyleminin’ bulunması durumunda, depremin mücbir sebep olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak bulunmamaktadır. Bu durumda, Mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depreminin mücbir sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet görülmemiştir.” şeklinde bir hüküm tesis etmiştir.Danıştay bu kararında deprem kuşağında yer alan bir bölgede yürütülen faaliyetlerde idarenin depreme karşı hazırlıklı olması gerektiğini ve idarenin bu konuda gerekli çalışmaları, araştırmaları, kontrolleri, denetlemeleri yapmadığı takdirde mücbir sebebe dayanarak sorumluluktan kurtulamayacağını açıkça belirtmiştir.Belediyelerin sorumluluğu bakımından; denetim firmasının raporu ile sınırlı şekilde inceleme yapan ve yapı ruhsatı veren belediyenin, yapının deprem mevzuatına uygun olmadığını öngörebilmesi mümkün olmadığından, herhangi bir ceza sorumluluğu gündeme gelmeyeceği düşünülebilirse de, imar planını deprem bölgelerine uygun şekilde hazırlamayan, gerekli ekibi ve çalışma ortamını hazırlamayan, deprem bölgelerinde çarpık kentleşmeye, yüksek binaların inşasına izin veren, uzmanların uyarı ve tavsiyelerini dikkate almayan belediyenin karar organlarının ceza sorumluluğu gündeme gelecektir. Bu sorumluluğun, ölüm neticeleri bakımından kayıtsız kalınarak hareket edildiğini söylemenin zor olduğu gözetildiğinde, bilinçli taksirin varlığı belirtilebilir.7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısı ile Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’da belirtildiği üzere belediye, mülk idare amirleri ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na afet bölgelerindeki yapıları denetleme görev ve yetkisi verilmiştir. Bu makamlar sorumlu oldukları alanlarda yapıların mevzuata uygun olarak yapılıp yapılmadığını denetlemekle yükümlüdürler. Deprem nedeniyle zarara uğrayan kişi binanın mevzuata aykırı yapıldığını ispatladığı takdirde, idarenin oluşan zararı tazmin etmesi gerekecektir.Her somut olaya, binaya, yapıya göre, kişi ve kuruların sorumluluklarının derecesi adi/ basit taksir ila olası kast arasında belirlenecek olup, bir yandan enkaz kaldırma ve arama-kurtarma faaliyetleri gerçekleştirilirken, diğer yandan bölgede yer alan ve özel olarak görevlendirilen Cumhuriyet savcıları tarafından re’sen soruşturmaya başlanmalı, sorumlu kişiler tespit edilerek ifadeleri alınmalı, haklarında kanunda yer alan şartların bulunması durumunda, adli kontrol tedbiri tatbik edilerek yurt dışına çıkmaları engellenmeli, delilleri yok etme, gizleme veya değiştirmesi konusunda kuvvetli şüphenin bulunması halinde tutuklanmalı, adaletin yerine getirilmesi geciktirilmemelidir. Av. Zeynep Dönem Yiğit